Hava bulutluydu. Bulutlar tüm gökyüzünü kaplamış sanki yer bulamamış yere ineceklerdi. Ama beyazdı hepsi. Araba düz ve uzun yolda hızlıca ilerliyordu. Şoför koltuğunda oturan Aslı çekmeyen radyodan cızırtılı cızırtılı çalan türküyü çıkarmaya çalışıyordu. Yan koltukta oturan babasına baktı göz ucuyla. Babası uyuyordu. Uyurken bile eli, kolu, bacakları titriyordu. Artık alıştığından acımadı bu kez. Bu yolculuğa çıkmayı kendi istemişti. Babasının dayanıp dayanamayacağını bile umursamamış, adamı da ikna etmişti. Yine de bu yolculukta bir şey eksik diyordu sürekli kendine. Babası bir an homurdandı, yönünü değiştirip uykusuna devam etti. Aslı radyodaki çalan şarkıyı anladı, Kütahya’nın pınarları çalıyordu…
Kırmızı Mercedes tekliyordu. Benzin deposu delinmiş dedi sanayideki usta. Abisinin arızalı olduğunu bildiği arabayı böyle çocuklarla çıkacağı uzun yol için vermesi Ahmet’i kızdırmıştı. Yaptırsa dünyanın parası tutacaktı. Üstelik 2 günden önce çıkmaz demişti usta. Manisa gibi bilmediği bir yerde kalması işine gelmedi. “Hele bir ulaşalım Datça’ya orda baktırırız” dedi karısı Nurten. Arabaya bindiklerinden beri Yıldız Tilbe’ nin kaseti dönüyordu. Şarkıların sürekli çalmasından bıkmıştı Aslı. Aralarında en çok Yalnız çiçek isimli şarkıyı sevmiş, diğerlerine mecbur katlanmıştı. Yalnız çiçek şarkısının sözlerini ise her seferinde bir bölüm ezberlemişti. Yine de dayanamıyordu yolculuğa. Çok sıcaktı ve yol bitmek bilmiyordu. Beyaz atletinin belini kıvırmış annesi görmeden göbeğini açıp serinletiyordu. Tekrar sordu babasına, “daha gelmedik mi” hep beraber güldüler yine. 3 yaşındaki kardeşi bile bu kadar mızmızlanmıyor annesinin kucağında sakin sakin oturuyordu. Babası gülerek cevap verdi.
“şu tepeyi görüyor musun Aslı? Hah aştık mı geldik demektir.”
“bu kaçıncı tepe” diye mızmızlanmaya devam etti Aslı.
Tekrar güldüler.
Datça’ya vardıklarında vakit akşam olmak üzereydi. Pansiyon sahibi, Ahmet Bey’in arkadaşı Ömer bey karşıladı onları. Arabanın arızasından bahsetti Ahmet Bey. “ Hallederiz yav taktığınız şeye bak.” Akşam güneşi batmak üzere kızıl ışığını denize yansıtıyordu. Aslı denizi gördükçe içini içine sığdıramıyor , sabah olsa denize girsem diye düşünüyordu. Bu heyecanla ve yol yorgunluğuyla erkenden yattılar.
Sabah bir heyecanla uyandı Aslı. Ablası ile kaldıkları odadan üzerini giyinip koşa koşa aşağıya indi. Annesi uyanmış pansiyonun mutfağında kahvaltı hazırlıyordu. Babası uyanmamış, kardeşi ise dozer oyuncaklarıyla yerdeki topraklarla oynuyordu. Sabırsızca mutfağa gidip kahvaltı masasını hazırlamaya yardım etti. Uzun süren bir kahvaltı sonrası deniz kenarına gitmek için yola çıktılar.
Deniz masmavi, tüm dünyayı kaplıyordu sanki. Aslı baktığı yerde sadece mavilik görüyor , içi içine sığmıyordu. Hemen üzerindekileri çıkarıp denizin kenarına gitti. Püsküllü bikinisine baktı , çok beğendi. Denize ayağını soktu, buz gibiydi. Ablasına seslendi. Ama ablası şezlonga uzanmış eline aldığı hey girl dergisiyle keyfi yapıyordu. Kardeşine seslendi , o ise sahildeki taşları alıp alıp deniz atmakla meşguldü. Sonunda daldı denize. Serin suya dalınca her şeyi unuttu , bir balık misali yuvasına kavuşmuş gibi mest oldu. Akşama kadar denizden çıkmak bilmeden oynadılar 3 kardeş. Annelerinin pansiyonda hazırladığı sandviçleri de bir güzel yediler. Akşam olup pansiyona dönmeye karar verdiklerinde mızmızlandı Aslı yine. Kızdı annesi bu kez. “ Daha yemek hazırlamam lazım Aslı düş önüme. “ Güldü babası.
Ertesi sabah yine erkenden uyandı Aslı. Herkes uyuyordu. Akşam pansiyon sahibi Ömer amca ile içki masasında iyi içmişti babası . Annesi ve Ömer amca zor taşıdılar yatağına. Hızlıca giyinip mutfağa gitti. Akşamdan yaptıkları alışverişte dondurma almışlardı merketten. Hızlıca 2 paket alıp odasına çıktı. Ablası uyanmıştı. Balkondan dışarıyı seyrediyordu. “bak ne getirdim “ “annem görürse ağzına sıçar biliyorsun değil mi” “ bir şey olmaz onlar kalkana kadar ohooo”. Dondurmayı bir güzel yediler. Ellerini yıkmaya gitti ablası. “sen de gel yıka ellerini” “kirlenmedi ki “ dedi Aslı. Üşendi. Bir süre sonra bir çığlık geldi banyodan. Ablası elini tutarak içeri geldi. Ağlıyordu. “elimi bir şey soktu arı galiba, çok acıyor” Aslı önce önemsemedi ama ablası yatağa yatıp kıvranmaya başlayınca kalktı. “saçmalama be bu kadar acıtır mı arı” daha fazla kıvranmaya ve ağlamaya başladı ablası. Hemen banyoya gitti asılı duran havluyu kaldırdı. Gördüğüne kendi de inanamadı. Kocaman bir akrep vardı. Ama hayatında daha önce bir akrep görmediğinden ne olduğuna anlam vermese de hayvanın büyüklüğü renginden dehşete düştü. “çabuk annemlere haber ver” diye bağırıyordu ablası. Aslı yediği dondurma yüzünden olduğunu düşünüp annesine ne diyeceğini bilemediğinden bir an tereddüt etti. Ama ablası çok ağlıyordu. Hemen gidip kapılarını çaldı. “ anne anne” içeriden ses gelmedi önce. “anne anne !” “ne var Aslı yine “ “ anne ablamı kocaman bir böcek soktu galiba yüzünü yıkıyordu, havluya sildi. Elini soktu anne” Annesi bir hışımla çıktı odadan. Babası kalktı sonra. Annesi terlik bile giymeden, babası sadece araba anahtarı ile bindiler arabaya. Aslı kardeşini aldı yanına. Pansiyon sahibi Ömer amcanın karısı Meral ablanın önlerine koyduğu süte sadece bakıyorlardı. Pansiyonda kalan Hasan dede akrebi öldürmüş yuvarlak bir kabın altına saklamıştı. Başına gidip ölü akrebe baktılar. Hayatlarında ilk defa bu kadar büyük ve korkulu bir böcek görüyorlardı. Aslı’nın ağzını bıçak açmıyordu. Annesi geldiğinde büyük bir ihtimalle onu dövecek hatta tatil bitene kadar ceza verecek denize sokmayacaktı. Bütün tatil tek başına pansiyonda oturup yaz tatili kitabını yapacaktı. Hatta ablasına bir şey olursa –ki onun yüzünden – bütün hayatı boyunca ne gibi bir ceza alacaktı onu düşünüyor ve korkuyordu. Kardeşi akrebi bırakmış pansiyonun bir köşesinde kedi seviyordu. Aslı akrebin başına oturmuş bildiği tüm duaları ediyordu. Öğlen olduğunda hala ortada yoklardı ve Aslı gittikçe daha da korkuyordu.
Sonunda geldiler. Annesin arabadan iner inmez Aslı’nın önüne gelip bir tokat attı. Aslı annesinin yüzüne bile bakmıyordu. Çıplak ayaklarına ve etrafına bulaşmış toprağa tozu görüyordu. Bir köşeye gidip ağlamadan oturdu. Ablasına bir şey olmamıştı. Sadece iğne yapmışlardı. Annesi kahvaltı hazırladı. Gidip yemedi Aslı. Kimse de bir şey demedi. Kahvaltı sonrası denize gittiler. Ablası yine uzandı şezlonguna. Portakal suyunu pipetle çekerken genç kız dergilerinden birini daha okuyordu. Aslı denizin dibinde taşlarla oynuyor denize giremiyordu. Ablası giremediğinden kendisi girse annesi gelip bir şey söyler diye girmeye utanıyordu. Hava bulutluydu. Bulutlar tüm gökyüzünü kaplamış sanki yer bulamamış yere ineceklerdi. Ama beyazdı hepsi. Deniz kenarında kamp yapmaya gelen bir aileden baba olan bir radyo alıp çadırın önüne çıktı. Radyoda yıldız Tilbe den yalnız çiçek çalıyordu. Aslı ezbere bildiği şarkıyı söylemedi.
Datça’ya vardıklarında babası daha uyanmamıştı. Aslı tam denize karşı arabayı park etti. Vakit akşam oluyordu. Arabadan inip taşlı sahilde yürümeye başladı. Denizin dibine gelince yere oturdu. İçinden bir şarkı söylenmeye başladı. “yalnız çiçek” şarkısını mırıldanıyordu sessizce.